GERÇEK BİR PORTRE: Yaşam ve Ölüm
"Bulanık ve yitip gitmiş bir yaşamdan artakalanlardan kısmen hatırlar gibi olduğum, ama şu an benden tamamen ayrı ve tiksinç bir şey olarak yakama yapışan bir yabansılık, aniden yoğun bir şekilde belirir.Ben değil.Şu değil.Ama hiçbir şey de değil.Bir şey olarak tanımlayamadığım bir "bir şey". Anlamsız olmayan ve beni çökerten anlam-olmayanın ağırlığı.Var olmayışın ve sanrının, farkına vardığımda beni hiçleştirecek bir gerçekliğin sınırında.İğrenç ve iğrenme orada benim korkuluklarımdır. Kültürüme doğru atılan ilk adımlardır"(Kristeva, 2018, s.14-15).
Sanat yapma biçimleri, yaşam ve ölüm meselesini gerçekleştirerek bedenlerimizin kırılganlığını ve çürümesini görünür ve elle tutulur hale getirir: Ölümlülüğün estetiğini uygularlar.Ölümlülüğün estetiğini, özellikle kutsal temalara uygulandığında, her zaman kötüleyenler olmuştur. Eleştirmenler, aşkın olanı süreksiz olanın içinde, sonsuz olanı sonlu olanın içinde barındırmanın doğasında bir uygunsuzluk olduğunu iddia ederler.
"Estetik deneyimin modernistlik kavramı, imgelerle ilgili kısıtlı bir genel insan deneyimine dayalı, tarafsız ve yüce olarak kavramsallaştırılmış ve doğal bir estetik kalitesinin varsayılan varlığı ile şekillenmiş kapalı bir kavramdı. Ve yine de çağdaş deneyim, her gün gördüğümüz sofistike görsel kültürle örtüşen ve çağrışımsal sistemimiz aracılığıyla oluşturduğumuz bilgi, görsel deneyimler, bize estetiğin birçok biçimde var olduğunu söylüyor"(Freedman,2003, s.31-32).
Quinn'in sanatı, kutsal ve malzeme arasında bir yakınlık olduğunu gösteriyor. Quinn, evreni parçacıkların görünmez bir şekilde bir varlık biçiminden diğerine hareket ettiği atomik düzeyde birbirine bağlı olarak tanımlıyor. Bir zamanlar vücudunun parçası olan atomların bir ağacın veya yıldızın parçası olduğunu hayal ediyor. Bu nedenle hem manevi hem de kimyasal düzeyde,en büyüğünden en küçüğüne kadar tüm yaratılış, bölünmez bir şekilde fiziksel ve metafiziktir.
“Bir sanatçı olarak çalışmaya devam etmemin tek yolu
soru sormak ve yanıtları olmayan ama milyonlarca farklı şekilde sorulabilen
soruları seviyorum.İnsanların fikir dediği şeyi buluyorum ama
bunlar fikir değil, soru." Fikirler ve sorular arasındaki bu ayrım, hem
Quinn'in sanatını hem de ölümlülüğün estetiğini anlamak için hayati önem
taşımaktadır. Quinn'in yaklaşımı, yaşamın nasıl olması gerektiğine dair kendinden
emin bir şekilde önermeler yapmak yerine, zorlayıcı soruların daha etkili bir
şekilde sorulabileceği koşullar oluşturmaktır. Ölümlülüğün estetiğinin
doğasında olan bu kışkırtıcı duruş, onun yaklaşımını zaten inandıklarını
onaylamak için sanata bakan izleyiciler için sorunlu kılan şeyin bir parçası.
Otoportre, bir kişiyi belirli bir anda yakalama girişimiyse; benlik hem kimlik hem de zamansallık meselesini resimselliğin ötesinde edebiyata ve ötesine genişletir. Self Quinn'dir ve Quinn değildir. Quinn'in gerçek bir görüntüsü, Self sadece sanatçının portresi değil; aynı zamanda kendi biyolojik maddesidir. Bu görünüm bu birlikten olduğunu ve varlık Self ‘nin enkarnasyonal yansımaları ortaya çıkar. Kendini hem konusu hem de malzemesi olarak kullanan Quinn, kendi doğasının ve deneyiminin ayrıntılarının bir insan haline nasıl dahil olduğunu keşfediyor. Bu yüz yüze karşılaşma, kan başlığıyla içgüdüsel, nörolojik düzeyde özdeşleşmemize neden oluyor.
Quinn’in kendi kanıyla ürettiği otoportresiyle yüzleşmek, et kompozisyonlarında yaşanılan haz, hayranlık ve tiksinti karışımı bir deneyimin içine sokmaktadır. Çalışmalarında kendi kanını kullanan sanatçı, çalışmalarıyla izleyiciyi iğrenme ile estetik haz arasında bırakmış yaşam ve ölümlülüğün halleri üzerine düşünmeye yöneltmiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder