Görsel Kültür ve Abject Art Olarak Kadın Bedeni : Jenny SAVILLE
İlk olarak görsel kültürün tanımıyla başlayacak olursak, "görsel kültür geleneksel disiplinlerin ötesindeki görsellik yoluyla anlamlandırma yollarının araştırılması ve tanımlanmasıdır" (Kazel,2017, s.47). Burada ele alınan görselin kendisi değil, görselin kişiler ve toplum için ne anlamlar ürettiğidir.
20. yüzyılda teknolojinin gelişmesiyle birlikte görsel kültür gündelik yaşantımızın bir parçası değil, hayatın kendisi haline gelmiştir. Bu bağlamda görsel kültür de kadın imgesi incelendiğinde; iyi, kötü, güzel, çirkin, iğrenç gibi kavramları kadın üzerinden değerlendirmek, kadın bedenlerini objeye dönüştürmüştür.Estetik algıların oluşmasında görsel kültürün sunduğu imgeleri yönlendirmesi, tüketim çağıyla birlikte kadın bedenleri belli bir kalıba sokularak kadını nesnelleştiren bir algı oluşturmuştur.Sadece güzel olanın göründüğü, çirkin olarak adlandırılan şeylerin görmezden gelindiği bu çağda; belli bir kalıba sığdırılmaya çalışılan kadın, kusura yer vermeyecek kadar pürüzsüz bir ten, belli ölçülere ve formlara sahip bir beden algısı oluşmuştur.
Freddman (2003, s.24)`a göre "estetik iki yüzü olan bir madalyondur. Görsel kültüre bakmamızı sağlayan güzel, çekici ve merak uyandıran olanıdır. Estetik; doğruluğa teşvik edebilir, hayati mesajları iletebilir ve mükemmelliği gösterebilir. Bunlar, görsel kültürün algısal sistemlerimizin harikalığını ve karmaşıklıklarını fark etmemize neden olan özellikleridir. Yine de bize zayıflıklarımızı da hatırlatmaktadır. Aynı estetik, gördüklerimize inanmamıza neden olabilir. Estetik bizi klişeleri benimsemeye ve gerçekçi olmayan vücut görüntülerini kabul etmeye ikna edebilir(...)". Bu bağlamda görsel kültürün bize sunduğu görüntüler; kadın bedenini temsil eden, nesnelleştiren güzellik anlayışıyla ortaya katı kurallar koymuştur. Bu görüntüler kadın bedenini sadece genç, zayıf, pürüzsüz bedenler olarak kabul ettirmektedir. Fotoğraf, resim, film ya da video olarak sunulan idealize edilmiş kadın imgeleri, toplumun kadın üzerindeki rollerine vurgu yapmak amacıyla kullanılmaktadır.
Modern değerlerin sorgulandığı postmodernizmle beraber feministler, toplumda yer alan yapıları araştırarak yeniden anlamlandırmaya yönelik çalışmalara başlamışlardır. Kadın dilini yeniden oluşturan kilit isimlerden olan Luce Irigaray ve Helene Cixous, Julia Kristeva`yla abject kavramı, kadın bedeni ve bedensel atıklar olarak yeniden sanatın içine girmiştir.Bilhassa kadın bedenlerinin toplum tarafından aşağılanması, küçük görülmesi feminist yaklaşımlarının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Sanatçılar bu bağlamların farkına varmış ve bunları sanat çalışmalarına yansıtmışlardır.
90`ların başlarında ilk kez Julia Kristeva tarafından ifade edilen Abject kavramı, öznenin kendisiyle bütünleşmesinden hoşlanmayacağı, özünden çıkmasına rağmen kurtulmak istediği şeyler olarak söylenebilmektedir. “Varlığın kuralsız, zıvanadan çıkmış bir içeriden ya da dışarıdan kaynaklandığını sandığı, tahammül ve tahayyül edilebilirliğin olasılığın dışına defedilmiş bir tehdide karşı o şiddetli, karanlık isyanlarından biridir iğrenme (Kristeva, 2018, s.13)”.Kristeva tarafından yazılan Korkunun Güçleri adlı kitapta, 1980’lerden 1990’lara kadar geçen sürede sanatı tesiri altına alan abject kavramını vücudun kendi ve içsel yönlerini tarif etmektedir. Abject Art sanatçıları, çalışmalarında kadın sorunlarını, anneliği, cinsiyet rollerini, cinsiyet kimliklerinin insan ve beden üzerinde yarattığı buhranları konu olarak ele almışlardır.
Abject Art sanatçılarından biri olan Jenny Saville, sıradan kadınların doğal görünümlerini tablolarına yansıtan sanatçı genel olarak gerçekçi bir bakış açısıyla otoportrelerini çizmiştir. Sanatını geliştirebilmek amacıyla uzun süre vücudu kusurlu olan kadınları gözlemlemiştir. Jenny Saville şişman kadınları, ölü veya hastalıklı insanları, cerrahi operasyonları ve buna benzer konuları ele alarak geleneksel figür anlayışını yapı sökümüne uğratmaktadır. İdeal bedene ulaşma ve kendini iyileştirme amacıyla bıçak altına yatan kişilerin, narkozun etkisiyle oluşan ruhlarındaki melankolik durgunlukla, modern zamanın “beden” sorununa vurgu yapmaktadır.
Rönesans'ın doğum sahnelerine gönderme yapan sanatçı “The Mothers” adlı çalışmasında; güçlü bir şekilde boyanmış kaotik otoportresinde, kendi hamileliğinin son aşamalarında, şişmiş karnının üzerinde kıvranan iki bebeği tutmaya çalışırken resmetmiştir.Hamileliğin bir kadının vücudunu nasıl değiştirdiğini incelemeye çalışan Saville, annelik konusuyla ve onun uyandırdığı duygularla da doğrudan ilgilenmiştir. Bu çalışmasıyla geleneksel resim anlayışından uzak, klasik dönemde yer alan anne çocuk resimlerindeki idealize edilmiş figürlere karşın mükemmeliyetin dışına çıkan Saville, ele aldığı annelik duygusunu resmederken çirkin estetiğinden yararlandığı görülmektedir. Biçimine sadık kalan Saville, figürlerini ideal Madonnalar ve Mesihler olarak değil, korkmuş çağdaş insanlar olarak tasvir etmiştir.“The Mothers” adlı çalışmada da görüldüğü gibi feryat eden bir bebek, annesinin kollarından neredeyse kayıyorken resmedilmiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder